3 Şubat 2017 Cuma

Onur Soğuk Hoca: "Siz yeter ki çalışın ve iyi insan olun"

O bir fenomen! Twitter’da paylaştığı ders notları ile öğrencilerin göz bebeği haline gelen Onur Soğuk 1981 yılında Sivas’ta doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Sivas’ta tamamladıktan sonra üniversite için Mersin’e geldi ve Mersin Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Edebiyat bölümünden mezun oldu. Silifke’de yaşayan Onur Soğuk Hoca evli ve bir kız çocuğu babası. Hadi gelin Onur Soğuk Hoca’yla gerçekleştirdiğimiz sohbetimize birlikte bir göz atalım. Bakalım biz neler konuşmuşuz.

Eğitim sosyal medyanın gereksinimiydi siz de bunu karşılayan fenomen öğretmenlerin başında geliyorsunuz. Yazdığınız notları Twitter’da paylaşarak öğrencilerin gönlünü fethettiniz. Ardından radyo programınız başladı ve şuan bir dilbilgisi kitabınız var. Bütün bu serüven nasıl başladı? Önce notları paylaşma, daha sonra radyo fikri nasıl oluştu?

Sizin de dediğiniz gibi öğrenciler artık hep sosyal medyada. Sınıfta şunu gözlemledik biz ders anlatsak da çocukların ilgisi hep telefona kayıyor. Ben de o sıralarda öğrencilerimi gözlemledim, sosyal medyada sınava yönelik hesapları takip ediyorlar. Bir öğrencimin telefonunda edebiyat dersiyle ilgili bir caps gördüm. “Bunlara mı gülüyorsunuz?” diye sorduğumda “Evet” yanıtını aldım. “O zaman ben daha iyisini yaparım” dedim. En başta YGS-LYS Edebiyat adıyla bir hesap açtım, orada branşımla alakalı espriler, capsler paylaşıyordum ondan sonra hesabın adını kendi adımla kullanmaya başladım yani trol hesap olarak kalmasını istemedim. Öğrencilerin ilgisi artmaya başlayınca sınıf içerisinde yaptığım şeyi sosyal medyaya taşımak istedim. Elimden geldiğince bilgilerimden, tecrübelerimden öğrencileri faydalandırayım. Edebiyatla alakalı, dilbilgisiyle alakalı mini notlar yazmaya başladım. Kendi el yazımla yazıp, fotoğrafını çekip Twitter’a koymaya başladım. Öğrencilerin ilgisi artınca her hafta yenisini yazıp atmaya başladım. Süreç böyle ilerlerken bir gün İzmir’e gittim. Hatta orada beni takip eden öğrencilerle bir kitap evinde sohbet gibi bir şey düzenlemiştik. Gelen öğrencilerden biri internet radyosu olduğunu ve konuk olmamı istediğini söyledi. “Nasıl olacak?” dediğimde telefonla konuşacağımızı söyledi. Onunla telefon konuşması gerçekleştirip, Twitter’da gözlemlediğimizde baya bir ilgi duyulduğunu gördük. Çocuklar dinleyip, soru sorma imkanı yakaladılar. Böylelikle radyo fikri benim kafamda şekillendi. “Radyo kurup öyle ders anlatsak nasıl olur?” diye düşündüm bunun üzerine Twitter’dan tanışıp görüştüğüm Muhammed Tosun ile bağlantıya geçtik. Ona da fikrimi anlattım Muhammed’de “Olur hocam, bu kolay kuralım, yapalım” deyince Muhammed radyoyu kurdu.

Radyo programının işleyişi nasıl oldu? Neler yapıyorsunuz?

En başta Skype yoktu, telefonla bağlanıp ders anlatıyordum ve yaklaşık 2.5 yıldır her hafta perşembe günleri 21.30’da radyo dersleri yapıyoruz. Burada artık ders notu paylaşmayı bıraktık, yenilik ilkesi ışığında hem radyoda ders anlatıyoruz hem de salı günleri Periscope’da ders anlatıyoruz. Dilbilgisi kısmı Periscope, edebiyat kısmını radyo derste işliyoruz. Burada ilginç olan ve hoş olan radyo ders deneyimi çünkü ben bir öğretmen olarak dersin sınıfla sınırlandırılamayacağı kanaatine vardım. Öğrenciler artık sınıfta ders işlemek istemiyor, radyo derste biz bunu kırdık öğrencilerin ilgisini çekecek şekilde ders işliyoruz. Veriler elimize geliyor, şuan bizi 68 ilden öğrenci dinliyor biz bunu tespit ettik ve her bir dersimizi de ortalama 2 bin 500- 3 bin öğrenci dinliyor. İnteraktif bir ders olması için de bir tag açıyoruz #oshradyo diye hatta geçenlerde trend topic oldu. Çok mutlu olduk. Ayrıca sadece ders yapmıyoruz, ünlü yazarları, gençlerin hoşuna gidebilecek sanatçıları ağırlıyoruz. Kimleri konuk ettik diye bakıyorum Ahmet Ümit, Nazlı Eray, Buket Uzuner, Hüsnü Arkan, Edip Akbayram, Latife Tekin. En büyük hayalimiz Zülfü Livaneli’ni konuk etmek ona da az kaldı diyebilirim.Yani böylelikle hem ders işliyoruz hem de öğrencilerimizin hoşuna gidebilecek, örnek alabilecekleri sanatçıları konuk ediyoruz. Amacımız öğrencilerimizi eğlendirerek bir şeyler katabilmek.

Diğer eğitimcilerle de irtibat halindesiniz. Twitter’da tanıştığınız Salim Ünsal ile TRT Okul’da yayınlanan Fatih Aytaç ile Tercih Rehberi programına katıldınız. Sosyal medya eğitimde önemli bir rol oynarken eğitimcilere ve ilişkilerine neler kattı?

Sosyal medyada etkin olmam ve öğrencilerin beni ilgiyle takip etmesi diğer eğitimcileri de etkiledi ve sosyal medya yoluyla ben de çok değerli eğitimcilerle tanışma imkanı yakaladım. Bunlardan biri Salim hoca –ki bence Türkiye’nin en iyi rehberlikçisi-, Fatih Aytaç, Fide Okulları’nın kurucusu Ali Koç gibi pek çok değerli eğitimciyle tanıştım. Bu da çok güzel bir şey çünkü ben küçük bir yerde yaşıyorum ve bağlantılarımız sınırlı oluyor. Eğer sosyal medyada etkin olmasaydım, bu tarz insanlarla tanışma ihtimalim yoktu. Bu gerçekten önemli bir şey, kendi mesleki deneyimim açısından da önemli bir şey. Ara ara eğitimle ilgili sohbetlerde bulunuyoruz, programlara çıkıyoruz. Her eğitimcinin sosyal medyayı etkin kullanması lazım özellikle günümüzde gençler burada. Hatta Hz. Muhammed’in bir sözü vardır “İlim Çin’de olsa bile öğreneceksiniz” diye, ben onu biraz değiştirdim “Öğrenci Çin’de olsa bile bulup öğreteceksiniz” diye bizim sosyal medyada eğitimciler olarak burada olmamız lazım. Eğitimcilerin şu nedenle de sosyal medya kullanması lazım. Ben gençleri takip ediyorum Twitter’da, takip etmeliyiz ki onların ruh hallerini, hayata bakış açılarını ve nelerden hoşlandıklarını, mizah anlayışlarını anlayabilelim. Böylelikle öğrencilere daha eşit yaklaşmamızı ve onlara daha yakın olmayı sağlayabilir.



Biraz da sınav sürecinden bahsedelim…

YGS süreci öğrenciler için en gergin geçen dönem. Hem ilk sınav olduğu için çok stres yapılıyor hem de yoruma dayalı olduğu için öğrenci emeğinin karşılığını alamadığını düşünüyor. Öğrenciler YGS’ye hazırlanırken nerede hata yapıyor? YGS’ye nasıl hazırlanmalılar?

Zor ve genel bir soru bu. Sizin de dediğiniz gibi sınav iki ayaklı YGS ve LYS. İlk ayağı YGS’de öğrencilerin zorlanmasının sebebi yoruma dayalı olması ve inisiyatifin öğrencide olması. Bunu açacak olursak, maalesef bizim eğitim sistemimizin geldiği noktada öğrencilerin okuduğunu anlama, anladığını yorumlama kısmında büyük eksiklikler var. Bundan dolayı YGS tipi sınavda başarı sağlayamıyorlar. Özellikle Türkçe, Matematik soruları okuduğunu anlamaya dayalı. Öğrencilerimiz okumaktan yoksun oldukları için, okuduklarını anlayamadıkları için bunlarla birlikte yorum güçleri de zayıf olduğu için YGS’de başarılı olamıyorlar. Bir başka etken psikoloji. YGS ilk sınav olduğu için öğrenciler burada büyük yük altına giriyor. “YGS tek sınav, YGS bitsin de kurtulalım” kafası var sanki YGS ile her şey bitecekmiş gibi bir hissiyatla sınava girdikleri için başarısızlığa uğruyorlar. Bir başka husus ÖSYM’nin inisiyatifi öğrenciye bırakması. Bu ne demek? LYS’de kitapçık veriliyor matematik 80 soru, kitapçık veriliyor edebiyat 56 soru, inisiyatif sisteme bağlı. YGS’de tek kitapçık, hangi sorudan başlayacağı, hangi derste ne kadar süre harcanacağı her şey öğrencinin elinde. Tabii biz millet olarak zaten yönetmeye değil, yönetilmeye alışkın olduğumuz için öğrencilerimiz de bundan dolayı zorlanıyorlar. YGS’ye hazırlanırken öğrencilerime hep şu örneği veririm “Sınav hazırlığı bisiklet binmeye benzer. Bir yerden bir yere gitmek istediğimizde pedalı sürekli çevirmemiz lazım. Yavaş veya hızlı çeviririz ama bir yerden bir yere gitmek için pedalı çevirmemiz lazım. Pedalı çevirmezsek dengeyi sağlayamadığımız için düşeriz ve olduğumuz yerde kalırız” Öğrencinin sürekli çalışması ve özellikle olayın içinde olması lazım. Öğrencilerimiz kesik kesik çalıştığı için işte birkaç gün sınava çalışıyor bırakıyor. Vicdan azabı duyuyor hadi ben şöyle bir çalışayım diye oturuyor 5 gün çalışıyor 5 gün çalışmıyor. Böyle kesik kesik çalıştıkları için de bir başarı elde edemiyor. İşin püf noktası. öğrencinin belirli bir sınav zincirini oluşturması ve her gün düzenli çalışması. Bizim gözlemlerimiz sonucu her gün düzenli çalışan öğrenci başarıya ulaşıyor. Bir başka husus, öğrencinin kendini bilmesi lazım. Öğrenci kendi gerçekliğini bilmiyor çok üst hayaller kuruyor. Manasız bir öz güven, sanki az çalışarak ya da hiç çalışmayarak sınavı kazanacağını hayal ediyorlar böyle bir şey yok. Öğrenci ne olduğunu, nereye kadar gelebileceğinin bilincinde olacak. Ne olduğunu, ne yapacağını bilirse yapabileceğinin daha üstüne çıkabilir. Önemli olan bilinçli olmak.



Peki, YGS sonucuna göre hazırlandığımız alanı değiştirmek doğru bir yaklaşım mıdır?

Bunun temel nedeni, eski sistemde alan ayrımı 9. sınıfta yapılıyordu böylelikle öğrenciler kendi alanlarına yönlendiriliyordu başka alan seçtiği zaman puanı kırılıyordu. Bir öğrenci sayısala gidip hukuktan tercih yaptığı zaman okul puanı bir hayli kırılıyordu. Yani hukuk isteyen eşit ağırlığa gitmeliydi. Bizim toplumumuzda “sayısala giden süper zeka, eşit ağırlığa giden orta zeka, sözele giden geri zeka” algısı olunca bir de en parlak meslekler sayısalda olunca çocuk sayısala gideyim olmazsa eşit ağırlığa olmazsa sözele geçerim falan diyor. Baktığımız zaman mantıksız da değil öğrenciler şuanda fiziği bilmeyen çocuk sayısalda, ilk duvar YGS’de bir duvar gibi çarpınca anlıyor sayısal olmadığını. Önlerinde iki yol var ya devam edecek sayısala olmazsa seneye tekrar girecek ya da alan değiştirecek. Bunlar doğru yaklaşımlar değil, öğrencinin 9. sınıfta hatta daha öncesinde ne olduğunu bilip yolunu çizmesi lazım. Ülkedeki eğitim sisteminin çarpıklığından kaynaklanıyor bu sorun. Sayısaldaki öğrenci, eşit ağırlıktaki meslekle yetinebilecekse tabii ki geçebilir.

Sizin de alanınız olan edebiyata çalışmanın püf noktaları nelerdir?


Edebiyat,  tarih, coğrafya sözel derslerdir. Özellikle edebiyatta ezber yapmak çok büyük bir yanlıştır. Öğrenciler kukuman kuşu gibi “şu kimin bunun, şu kimin bunun” ezberliyorlar. Bir sürü eser var her bir yazarın onlarca eseri var. Türk edebiyatı çok küçük bir dönemi kapsamıyor, baktığımız zaman İslamiyet öncesinde başlayıp günümüze kadar gelen bir edebiyat tarihimiz var. Bu kadar geniş bir edebiyat tarihinin öğrenciler tarafından ezberlenmesi zaten mümkün değil. Burada önemli olan genel bilgi ve özellikleri iyi özümsemesi. Öğrenci Tanzimat sanatçılarının ne özelliklerde şiir yazdığını bilmiyor ama eserleri tak tak ezberlemiş. Sadece yazar eser ezberlemekle sınav kazanılmaz. Ezber tabii ki eğitimin türüdür. Bazı noktalar, bazı bilgiler ezberlenebilir ama edebiyata sadece yazar eser ezberi gözüyle bakılırsa kazanılmaz. Edebiyata yazarak çalışılması gerekir. Öğrenci mutlaka yazacak, not çıkartacak. Sözel derslerde, bilgileri özümsemek yazıp not çıkarmadan zor. Metinleri konu anlatımlı kitaptan okuyup iki test çözmekle bitmiyor.Aynı şey diğer sözel dersler için de geçerli. Öğrenci ne kadar çok yazarsa o kadar öğrenir. Sınav hazırlığı gereği not çıkarma işlemi bittikten sonra bol bol test çözüp pekiştirmeliler. Sözel derslerin şöyle bir güzelliği var, çalışıp emek gösterirseniz karşılığını alırsınız. Sayısalda ise belirli bir alt yapınız yoksa istediğiniz kadar çalışın belirli bir yeri geçemezsiniz.

Tercih döneminde de öğrencilere rehberlik ediyorsunuz. Tercihlerde hayal kırıklığına uğramamak için nelere dikkat edilmeli?

Tercihler sınav hazırlığının en kritik noktalarından biri. Öğrenciler hep sınav odaklı baktıkları için çoğu öğrenci tercih aşamasını düşünmüyor. Hangi bölüm iyi, hangi şehirde mutlu hissedebilir bunlar araştırılmıyor. Sınav sonuçları açıklanıyor, her şey on güne sıkışıyor. On gün içinde öğrenci etrafa saldırıyor “onu mu yazsam, bunu mu yazsam” diye. Bize bariz gelen soru “Hocam şu bölümün önü açık mı?” ya da “Bu bölümün sonu ne olur?” Ben de onlara esprili bir yanıt veriyorum Kurtlar Vadisi’nden “Sonunu düşünen kahraman olamaz” Sonuç itibariyle “o bölümün” sonu ne olur Türkiye gibi bir yerde hiç kimse bilmiyor. Zaten sayısalda, eşit ağırlıkta ve sözelde belirli bölümler var puanları yüksek. O bölümlere yerleşen yerleşiyor geriye ara bölümler kalıyor. Mesela ekonometri diye bir bölüm var her sene karşımıza çıkıyor. Bölüm zor olduğu için yıllar içerisinde tercih edilmiyor ve puanı düşüyor. İyi üniversitelerde bile puanı düşük. Öğrenci bunu sırf İstanbul’da diye yazmak istiyor ama bu öğrencinin matematikle arası kötüyse zaten düşük bir bölüm yazıyorsa matematiği kötü oluyor. Sonra öğrenci bitirene kadar neler çekiyor ya da bitiremiyor tekrar sınava hazırlanıyor. İstatistik olarak şöyle bir şey de var, şuan 2 milyon kişi üniversite sınavına giriyorsa bunun 200-300 bini hali hazırda üniversite okuyan öğrenciler. Öğrenci kendini bilmediği, tanımadığı için, yeteneklerini bilmediği için bu tarz tercihler yapıyor ve sonuç hüsran oluyor. Yazdıkları şehirlere dikkat etsinler 4, 5 ya da 6 yıl öğrencilere sunulmuş bir şanstır. Kendi hayal ve istekleri doğrultusunda bir şehir seçmeliler. Bir daha böyle özgür alan bulamayacaklar. Sınav hazırlık sürecinde nasıl ders çalışıyorsa, istedikleri meslekler, şehirler, imkanlarını da öyle araştırıp hazırlamalılar.

Sınav hakkında konuşmuşken velileri de es geçmemek gerekiyor. Bence öğrencilerden çok velilere rehberlik etmek gerekiyor. Çünkü velilerin hedefleri ile öğrencinin hedefleri aynı olmadığında bir çatışma yaşanıyor. Velilere sınav psikolojisi nasıl aşılanabilir?

Ailelerin çok sık kullandığı bir cümle var “Anne baba olunca anlarsın” diye. Şimdi onlar da çocuklarını düşünüyor, hangi bölümde daha kolay atanır, hangisinde daha kolay iş bulur bunun kaygısı içerisindeler öğrenciler ise ne iş yaparsam mutlu olurum kaygısı içindeler. Şehir konusunda da çok çatışma oluyor mesela “kızım burayı yaz sana araba alacağım” falan kızları kandırıp kendi bulundukları şehirde okutmak istiyorlar. Veli ve öğrenci kendi isteklerinden ödün vererek orta noktada buluşmalılar. Tabii burada veliler özellikle anneler bazen işin içine çok giriyorlar. Öğrenciden çok anneler ilgileniyor. “Hocam çocuğumun şu konusu eksik” diye takip edenler bile var. Biz de şaşırıyoruz veli konuyu biliyor, çocuğun konudan haberi bile yok.  Veliler olayın içine çok girdiği zaman çocuklar daha da stresli oluyor. Eve misafir almamalar, misafire gitmemeler sözle olmasa bile bakışla “Ben senin için ne fedakarlıklar yapıyorum” diyerek öğrencinin üstüne geliyorlar. Kitap alımı, kurs gönderimini evet esirgemesinler ama lütfen biraz dışarıda kalsınlar. Sınavla ilgili problemleri öğrenciyle karşı karşıya gelecek şekilde değil, okulla, öğretmenlerle hissettirmeden görüşerek, bazı müdahalelerde bulunarak öğrenciye yön verirlerse daha sağlıklı bir süreç geçirirler. Öğrenciye de burada çalıştığını ve emek gösterdiğini hissettirmek düşüyor.

Eş zamanlı kitap oku diye bir etkinlik yapmıştınız yazın. Ben bunu sınav hakkında değil de genel olarak sormak istiyorum. Bir insanın üniversiteye gitmeden önce okuması gereken kitaplar nedir? Hem genel kültür hem de kendini geliştirme açısından.

Milletimiz okumaya karşı ön yargılı ve aileler öğretmenlere fazla misyon yüklüyor. Okumak ailede kazanılması gereken bir faktördür, zamanla alışkanlığa ve kişilik özelliğine dönüşür. Ailede kimse okumadığı zaman, örnek bir rol modeli olmadığı zaman çocuğu istediğin kadar zorla “kitap oku, özet çıkar” diye, olmuyor.
Bir kitap belirliyoruz ve hepimiz o kitabı okuyoruz. Sen de okuduğun zaman, arkadaşı da okuduğu zaman öğrenci de okumak istiyor. Sonra öğrencilerle o kitabı yorumluyoruz. Zaman olursa aynı uygulamayı radyodan da yapmayı düşünüyorum. Neler okunmalı, bizim yığın romanı dediğimiz, büyük puntolarla yazılı, üçüncü sınıf televizyon dizilerinin romanlaştırılmış halidir. Kadın erkek ilişkilerini içeren bu kitaplar, kalın oluyor bir de yani. Bunun da şöyle bir avantajı var çocuklar bu sefer kitap okumaya başlıyor, alışıyor ve okumaya karşı ön yargısı yıkılır. Bu sefer bizim okunmasını istediğimiz kitaplara geçilir. Tabii benim gözlemlediğim kadarıyla o kısma pek geçilmiyor sıkıntı o. Dünya klasiklerinden başlayarak bu safhaya geçilebilir. Özellikle Tolstoy ve Dostoyevski.  Acı bir durum bu şöyle bir araştırılsa belki de üniversite öğrencilerinin çoğu Dostoyevski okumamıştır bile. Dünya klasiklerinden birkaçını okuyup o edebi zevki almaları lazım, değişik dünyaların kapılarını aralamaları lazım. Rus, Mısır, Amerikan edebiyatı takip edilmeli.

Sizce para kazandıran garanti meslek mi, hayallerin peşinden koşmak mı?
Yaptığı mesleği sevmeyen insan mutlu olamaz, mutlu olduğu mesleği yapıp para kazanamayan insan da mutlu olamaz. Baktığımız zaman bu ikisi zor denklemler. Ben şunu bilip şunu söylüyorum Türkiye’de veya başka bir yerde çalışmak isteyen işini bulur, yeter ki gayretli olsunlar. Dünya üzerinde böyle bir üniversite öğrenciliği var mıdır Türkiye’deki gibi bilmiyorum ama tatil zamanı cafeleri doldurmakla, vize zamanı “ay vize zamanı” diye fotoğraf atmakla iş bulunmaz. Diploma sadece eğitim aldığınızı gösteren bir formasyondur. Dil öğrenmeden, çevre edinmeden iş bulunmaz. Diplomanın bir yüksek lisansla, bir dille desteklenmesi lazım. Teknolojik alanı, yazılımları öğrenerek öğrencinin kendini desteklemesi lazım. Gayretli olan, çalışmak isteyen her türlü kendi mesleğini yapar. Öğrenci zannediyor ki mezun olur olmaz 5 bin lira maaş ile başlanacak aileler böyle aşıladığı için öyle zannediliyor. En başta ezilmeye, düşük maaş almaya razı olan da iş bulur. Yoksa artık her yerde üniversite var her yer üniversite mezunu kaynıyor.


Bu kadar üniversite açmak ne kadar doğru? Eğitim kalitesini düşüren bir olay bence.
Bu da bir devlet politikası, üniversite açılan şehre öğrenci gelecek kalkınma sağlanacak, istatistiklerde işsizlik sayısı az görünüyor, üniversite mezunu sayısı çok. Gümüşhane’de uluslar arası ilişkiler bölümü var. Gümüşhane’nin kendi çevresindeki şehirlerle ilişkisi yok ne uluslar arası ilişkileri? Bu biraz da oyalama politikası.

Son olarak öğrencilerinize iletmek istediğiniz bir şey var mı?
Gençlere düşen en önemli görev çalışmak bunu unutmasınlar. Emek olmadan yemek olmaz. Bu emek vermenin içinde okumak, yılmamak, kendini geliştirmek ve mücadele var.
Günümüz kötülüklerle dolu, savaşlar, insanların düştüğü durum ortada. Benim için en önemli kriter vicdanlı olmak. Bir insan vicdanıyla yaklaşırsa, herhangi bir saplantıya bağlı kalmazsa, kimseyi ötekileştirmeyip vicdanıyla hareket ederse, hayvanları koruyup, kadın haklarına sahip çıkarsa mümkün mertebe iyi insan olamaya çalışırsa daha aydınlık bir ülkede yaşar.

“Siz yeter ki çalışın ve iyi insan olun”

http://www.cnnturk.com/universiterehberim/fenomen-ogretmen-radyodan-ders-yayinlari-yapiyor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ne düşünüyorsan..