Boston Üniversitesi'nde Sosyoloji eğitimini tamamlayan Can Öz, babası yazar Erdal Öz'ün kuruculuğunu yaptığı Can Yayınları'nda pazarlama ve reklamcılık departmanında çalıştıktan sonra babasının vefatıyla işleri devraldı. Türk edebiyatını ve yayıncılığı bir de Can Öz'den dinleyelim.
Edebiyatla iç içe
büyüyen biri olarak sizce edebiyat nedir? Kitaplar sizin için ne ifade ediyor?
Küçüklükten ele alırsak edebiyatla ilk ilişki kurmam annem
ve babam sayesinde oldu masal anlatırlardı bana, masallarla ilişki kesilince
çocuk kitapları geldi ondan sonra macera tünelleri kitapları oldu mesela Doğan
Kardeşler serisi çok yoğundu. O aralarda bir dönem edebiyatta benim
okuduklarıma kıyasla daha çok babam baskın geliyordu bana figür olarak. Yani benim
okuduklarım var ama bir de orada bir adam var gerçek edebiyat o gibi. Biraz da
bilmemezlikten gelen, edebiyatla ilişkimin zayıf olduğunu düşünmeye getiriyordu
bu. Sonra ortaokul yıllarında Türk yazarlar, yabancı yazarlar derken durmadan
kitap okuyordum artık. Hangi kitap olduğunu söyleyemem tek tek ama bir sürü
kitap vardı ve o zamanlar yalnız başına hele o dönemler böyle 15 yaşlar, 16
yaşlar insanın çok daha kolay etkilendiği, içeride neredeyse arabesk bir
şekilde yoğun duygulara çok önem verdiğimiz dönemler ve bu duyguları dünyanın
en önemli şeyi zannediyoruz. Başkalarından çok ayrıyız, çok farklıyız
falan…
Okuyup yalnız kalmaktı, çok daha özel olmaktı, kendinle
kurduğun ilişkiyi daha çok önemsemekti. Ondan sonra gittikçe o yerini kendine
saygıdan uzaklaşıp yaş ilerledikçe başkalarına saygıya ve hayranlığa dönmeye
başladı. Başkalarına duyduğum hayranlığı hep kendi üzerimden kurarken artık
kendimi daha tablonun dışına çıkarıp dünyayla ilişki kurmaya başladım. İşte o
noktadan sonra edebiyatı ve yazarları daha farklı değerlendirmek gerekiyor,
kendinizi biraz algınızın dışına çıkarttıktan sonra. Şimdi de edebiyat daha çok
iş yani okumaya çok fazla zaman bulamıyorum, yine okuyorum ama bir profesyonel
deformasyon oluyor okuduğunuz şeylerde mesela beğendiğim bir şey olduğunda “Bu
kitabı keşke biz yayınlamış olsaydık, hay Allah bu yayınevine bu bırakılır mı!”
diyorum hemen imrenirim beğendiğim bir kitabı başka yayınevinde görünce. “Ya
bunu biz niye yayınlamadık” derim. Öyle bir profesyonel deformasyon daha baskın
ama bugünlere gelince ifade özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü fikriyle daha çok
özdeşleştiriyorum edebiyatı. Artık iş konusuna da alıştım yine imreniyorum,
kıskanıyorum ama artık sanıyorum edebiyat dünyayla kurduğum ilişkinin merkezini
tanımlıyor yani.
Sizce edebiyat için
eğitim gerekli mi yoksa her isteyen kendi kitabını çıkarabilmeli mi?
Çıkarabilmeli canım tabii çıkarabilmeli ama bu bizim okuyacağımız
anlamına gelmiyor.
İsteyen çıkarabilir niye çıkaramasın? Okuduğum bir yazarı
beğenmem için o yazarın daha önce ne okuduğunu ve ne yazdığını sormam
gerekmiyor. Beğendiğim zaman beğeniyorum ama genellikle hiçbir şey okumamış,
hiçbir şey yazmamış birinden ilginç bir metin çıkmıyor. Sonuçta bir zanaat
metinle kurulan ilişki, o metnin bir edebi eser olması bundan çok ötesi olsa da
o zanaata hakim olmadan nasıl o eseri meydana getireceksiniz? Türkçe bilmeyen
insanlardan yazılar geliyor, metinler geliyor bize yani bol bol okumadan bol
bol yazmadan iyi bir şey yazmak mucize olur.
Dizüstü edebiyat
kitap yazmayı ne doğrultuda etkiledi sizce?
Sosyal medya yazarlığının, kitap yazarlığına doğrudan bir
geçişi olduğu gözüktü ve bu sanıyorum bir çok sosyal medya kullanıcısını fikir
olarak çok etkiledi. Yani “Ben sadece buradan yazarak kitap çıkarabilirim”
fikri yayıldı. Biz de Lügat’ı yayınladık mesela o da sosyal medyada çıkan bir
projeydi aslında.
Sizce iyi bir kitap
kendini nasıl belli eder, iyi bir kitabın kriterleri nelerdir?
Hangi aşamada olduğuna göre değişir. Kitabı okumadan önce
diyorsanız kapağından ve yazarından anlarım ben iyi olup olmadığını yazarı
tanıyorsanız ya da kapağı bir fikir verir, arka kapak yazısı bir fikir verir
ama 10 sayfa okuyunca anlarım ben kitabın iyi olup olmadığını. 10 sayfa
okuduktan sonra kötü bir kitap olduğuna kanaat getirirsem fırlatıp atıyorum,
iyi bir kitap olabilir gibi gözüküyorsa okumaya devam ediyorum. İyi bir kitap
olduğunu anlamak için okuyup bitirmek dışında bir şey yok. Okurlara kitap
bulmakla ilgili bir referans noktası olacak bir şey arıyorsak o zaman kitap
zevkine güvendiğimiz insanların tavsiyesi bu gazete de olabilir, arkadaş da
olabilir, yayınevinde çalışan biri de olabilir.
Sizi seçen yazarlar
neden sizi seçiyor, Can Yayınları’na bu ilginin payı nedir?
Bilmiyorum yani bu kendine fal bakmak gibi oluyor, kendini
yorumlamak çok sağlıklı değil bunu yanlış kişiye soruyorsunuz.
Genç yazarlar ya da
ilk kitabını çıkarmak isteyenler size dosya gönderdiklerinde ne gibi
aşamalardan geçiyor?
“Dosyanızı aldık” diye bir cevap alıyorlar o anki yoğunluğa
göre belirli bir süre beklemeleri gerekiyor. Dosya okunduktan sonra bir cevap
geliyor çok seyrek olumlu cevap alıyorlar “dosyayı yayınlamak istiyoruz” diye.
Bir görüşme isteniyor dosya üzerinde çalışılması gerek, mesela iyi bir yazar
ama yeterince yazmamış biraz daha yazsa üslubu oturacak, kalemi oturacak veya
kitap biraz daha iyi olabilir diyoruz olumsuz cevap veriyoruz, dosyayı iade
ediyoruz. Olumlu cevap verilmişse eğer hala yayınlamak istiyorsa sözleşme
öneriyoruz, sözleşme şartlarına uyulursa yayın tarihi belirliyoruz. Kitap da
yayın tarihine kadar bütün süreçlerden geçip çıkıyor.
Yayınlamaktan
özellikle gurur duyduğunuz yazarlar hangileri?
Erdal Öz tabii ki…
Orhan Pamuk’u da çok
yayınlamak istemiştiniz ama…
Felaket.
Neden istemedi acaba?
Yapı Kredi Yayınları daha iyi geldi, daha cazip geldi
herhalde, Yapı Kredi’nin sunduğu, ona gösterdiği ilginin şekli. Bir de Orhan
Ağabey’le bizim görüştüğümüz dönemde Can Yayınları, dünya edebiyatı konusunda
çok güçlüydü, Türk edebiyatı konusunda nispeten zayıftı hani orada daha iyi
yazarlar var demişti ama bu tam olarak doğru değildir. Orhan Ağabey’de
nezaketen böyle demiştir “Onların gösterdiği ilgi daha iyiydi” demeyecek kadar
naziktir bundan ibaret olduğunu düşünmüyorum onun bana kırmamak için verdiği
bir cevaptır sadece. Yapı Kredi çok iyi
bir yayınevi hani “Niye Yapı Kredi?” değil, Yapı Kredi tercih edilir zaten ama
Can Yayınları’nın üstüne tercih edilmemesi için elimden geleni yapacağım zaten.
Orhan Ağabey’i de bir gün kapmak istiyorum kapacağım da bir gün. İyi çalışırdık
da Orhan Ağabey’le ya onunla görüştüğüm dönemlerde acaba gelecek mi gelmeyecek
mi diye haftalarca hiç uyuyamadım karım baya kıskandı biliyor musunuz? O kadar
büyük bir aşkla o konunun derdini taşıyordum ki çünkü.
Cevap vermesi peki
uzun sürdü mü?
Aslında çok uzun sürmedi biz görüştükten bir ay sonra cevap
verdi ama o arada başka teklifler de geliyordu yani hepsini değerlendirip cevap
verdi anladığım kadarıyla. Ben Orhan Ağabey’i aradığımda Yapı Kredi’yle prensip
anlaşması yapmıştı çünkü iletişimli bir yazar olduğu için pat küt teklif
yapmıyoruz. Yayınevi’yle bir sorunu varsa veya ayrılacağını biliyorsak
görüşüyoruz yazarla. Bende o zaman bir haber okudum gazetede “Orhan Pamuk Yapı
Kredi’yle görüşüyor” diye yayın yönetmeniyle yakalanmışlar yemek yerken
fotoğrafları çıkmış. Öyle olunca ben Orhan Ağabey’i aradım. “Ağabey gidiyorsan
benim teklifimi dinlemeden gitme.” Olur dedi, teklifimi dinledi ve gitti. Tam
dediğimi yaptı yani. (Gülüyor)
Bildiğim kadarıyla
2016 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Svetlana Aleksiyeviç’in de kitaplarını yayınlayacaksınız.
Yok yayınlamayacağız çünkü yazarın opsiyonu bizdeydi çok
beğenmiştik, yayınlamak istediğimizi beyan etmiştik. Nobel açıklanınca da biz
bunu duyurduk ama ondan sonra işte böyle duyum yapmamak gerekiyormuş. Aslında
opsiyon demek biz prensip olarak anlaştık ama sözleşme yok demek işte elimizden
fırladı böyle.
Can çocuk yayınları için ne gibi
kitapları düşünüp, nasıl planlayıp çıkarıyorsunuz? Sonuçta büyük bir görev
çocuk kitabı çıkarmak.
Annem Can çocuk yayınlarının başında, çocukların okumak
isteyeceği bütün kitapları yayınlıyor. Kitapları annem seçiyor “Ya ben bu
kitabı çocuklarıma okuturdum” diyor. Çocukların okumasını isteyeceği veya
okumasının zaman kaybı olacağı kitapları yayınlamıyor. Davranış Bilimleri Enstütüsü’yle çalışıyoruz.
Onlar kapağı, kapak arkasına yazılacak yazıları, yaş aralığını belirliyor.
Can yayınlarındaki yeniliklere gelelim şimdi.
Mini kitap fikri çok
beğenildi. Bu fikir nasıl ortaya çıktı anlatır mısınız?
Anlatayım. 2015 Ağustos’un ortasındaydık ben ekibi topladım.
“Arkadaşlar ekonomi çok kötü gidecek biraz daha ucuz bir şey çıkaralım ama yani
kendi çıkardığımız kitaplara bir alternatif edisyon çıkarmamız lazım biraz daha
ucuz olmalı ki bazı kitapların fiyatı pahalı kaçıyor düşüremiyoruz da. Daha ucuz
bir şey çıkarmalıyız ama bunu öyle bir şekilde çıkarmalıyız ki fiyat olarak
daha ucuz olmasına rağmen nesnenin yarattığı heyecan, fiyatından daha pahalı
olmalı.” Çok saçma bir beklenti bu yani. Kaliteli bir şey almak için belirli
bir parayı gözden çıkarmanız gerekir daha tatmin edici bir şey bu. Ben bu
projeyi 2012’de Frankfurt’ta görmüştüm gayet manasız ve salak gelmişti bana.
(Gülüyor) Bizim pazarlama müdürü Ali’de görmüş ve almış bunları “bir dakika”
dedi yukarı çıktı odasına gitti, geldi masaya attı bunları “Ya neden bunları
yapmıyoruz ki” dedi. Ağustos’un 28’iydi yayınlamaya karar verdik, Hollanda’yla
görüştük patent, telif için baya yoğun çalıştık ekim gibi yayınlamaya başladık.
Çok iyi proje oldu bayılıyorum mini
kitaplara.
Peki şuan iyi gidiyor
mu?
Çok. Şimdiye kadar mini kitap da aldığımız sipariş 4-5 ay
oldu 235 bini geçti. 6 çeşitle başladık şuan 20 çeşit sene sonuna kadar bunu
50’ye çıkartmaya çalışacağız. Şuan mini kitabın patenti bizde ama diğer
yayınevleriyle de anlaşıp onlarında bazı kitaplarını mini kitap olarak
çıkartmak istiyorum. Sadece Can Yayınları olursa biraz zor olur ama çeşitleri
artarsa, kitapçılarda mini kitap için ayrı bir raf görmeyi çok isterim.
Can Yayınları neden
kendini yenileme ihtiyacı duydu? Sonuçta kapak ve logo çok beğeniliyordu, büyük
bir risk almış oldunuz.
Doğru.
Bu durumdan memnun
musunuz, gelen tepkilerden?
Ben bir ara kitap evlerini gezdim, kitap kapaklarıyla ilgili
huzursuzluklarım zaten vardı, kitap kapakları beni tatmin etmiyordu yeni bir
kitap geliyordu masaya ve bu beni heyecanlandırmıyordu. Başka bir yayın evinin
çıkardığı kitaptaki heyecanı yaratmıyordu bende, tatmini yaratmıyordu yani.
Sakin ve sükunet halinde bir huzur veriyordu ama tatmin yaratmıyordu. Raftan
kitap alırken korkunç bir tatmin duygusuyla alıyorum kitapları ve çok etkiliyor
beni. Sonuçta kendimden yola çıkmak zorundayım yani bir şekilde karar verirken.
Bazı kitaplar görünür olmuyordu ve bunun beyaz kapaklardan dolayı olduğunu fark
ettim. Eğer bu kapak yeniliğini yapmasaydık görünür olması gereken çoğu kitabın
Türkiye’de adı bile olmayacaktı. Ve sonra şunu gördüm ben hep babamın yarattığı
şartları korumaya çalışıyordum bu hem kendine güvensizlikten hem de saygıdan
ama gördüm ki babam arkamda yok, her şey olabilir, yayın evi batabilir ve kimse
sahip çıkmaz, kimseden yardım isteyemem.
Babamdan da yardım isteyemem, dedim ki “Kendi kendime yardım etmem lazım, bu
yayın evinin büyümesi lazım.” Ve oldu. 2014 Ocak’ta kapaklar değişti yayınevi
%47 büyüdü, 2015’de de buna yakın büyüdü ve 2016 içinde de bu kadar büyüyecek.
Kapaklar sadece bu büyümenin, bu değişimin bir ayağıydı.
Kapaklar için Utku
Lomlu ile çalışıyorsunuz bu yenileme fikri ortaya çıktığında aklınızdan
Lomlu’dan başka bir isim var mıydı?
Aklımda kimse yoktu çünkü kapak değişimi benim tek şahsen
yönetebileceğim bir iş değil editöryel bir sürecin parçası. Utku Lomlu ile
çalışmak Sırma Köksal’ın kararı, tabii ben onaylıyorum bu kararı sonuçta bütün
tasarım politikasını tanımlıyoruz. Sırma’ya kapaklardan beklentimi anlatınca
çok tuttuğunu gördük. Utku’yla şimdi çok yakın çalışıyoruz müthiş bir
tasarımcı.
Lomlu gelmese ne
olacaktı?
Başka birini bulurduk elbette ama kapakların bu kadar iyi
olacağını zannetmiyorum. Utku kadar iyisini görmüyorum ben şuan. Bazen 20 kapak
istiyoruz ve 20 kapağın mükemmel olmasından bahsediyoruz. Utku çalışmaya
başlayalı 2 yıl 7 ay oldu ve hala kapaklar çok iyi. Belki bir yıl sonra
enerjiniz tükenir yeter dersiniz. Bazen böyle hastalıklı bir tarafınızın olması
gerekiyor, bunu yapmayı gerçekten isteyecek bir tavır ve arzu gerekiyor. Utku
da var o, daha iyisini görmüyorum ben.
Can Öz’ün bu yayın evi
için en büyük hedefi nedir?
Bilmem ki sürekli güncelleniyor.
Türkiye vahşi bir orman, kurumsal bir iş yapmak çok zor. Kurumsallık entegrasyon gerektirir, kendi başınıza, kendi dairenizde izole olarak olamazsınız. Kurduğunuz ilişkiler de kurumsallığın bir parçası ama buna rağmen Türkiye’de ne olursa olsun güçlü olmak. Herhangi bir krizde, krize rağmen telifleri, maaşları zamanında ödemek, kitapları kaliteli çıkarmaya devam etmek, yazarlarla ilişkileri korumak birinci hedef.
En merak ettiğim kişilerden biri su gibi okudum. Mini kitaplar dahice Pazarlama müdürü Ali granit sanırım. Onunda babasının kitabını basmışlardı. bildiğim kadarıyla Mini kitap farklı düşürmeleride iyi olmuş ellerine sağlık çok güzel bir yazı olmuş dolu dolu ....
YanıtlaSilteşekkürler :)
Sil