2 Temmuz 2016 Cumartesi

Can Öz: "Edebiyat dünyayla kurduğum ilişkinin merkezini tanımlıyor"

Boston Üniversitesi'nde Sosyoloji eğitimini tamamlayan Can Öz, babası yazar Erdal Öz'ün kuruculuğunu yaptığı Can Yayınları'nda pazarlama ve reklamcılık departmanında çalıştıktan sonra babasının vefatıyla işleri devraldı. Türk edebiyatını ve yayıncılığı bir de Can Öz'den dinleyelim.

Edebiyatla iç içe büyüyen biri olarak sizce edebiyat nedir? Kitaplar sizin için ne ifade ediyor?

Küçüklükten ele alırsak edebiyatla ilk ilişki kurmam annem ve babam sayesinde oldu masal anlatırlardı bana, masallarla ilişki kesilince çocuk kitapları geldi ondan sonra macera tünelleri kitapları oldu mesela Doğan Kardeşler serisi çok yoğundu. O aralarda bir dönem edebiyatta benim okuduklarıma kıyasla daha çok babam baskın geliyordu bana figür olarak. Yani benim okuduklarım var ama bir de orada bir adam var gerçek edebiyat o gibi. Biraz da bilmemezlikten gelen, edebiyatla ilişkimin zayıf olduğunu düşünmeye getiriyordu bu. Sonra ortaokul yıllarında Türk yazarlar, yabancı yazarlar derken durmadan kitap okuyordum artık. Hangi kitap olduğunu söyleyemem tek tek ama bir sürü kitap vardı ve o zamanlar yalnız başına hele o dönemler böyle 15 yaşlar, 16 yaşlar insanın çok daha kolay etkilendiği, içeride neredeyse arabesk bir şekilde yoğun duygulara çok önem verdiğimiz dönemler ve bu duyguları dünyanın en önemli şeyi zannediyoruz. Başkalarından çok ayrıyız, çok farklıyız falan… 
Okuyup yalnız kalmaktı, çok daha özel olmaktı, kendinle kurduğun ilişkiyi daha çok önemsemekti. Ondan sonra gittikçe o yerini kendine saygıdan uzaklaşıp yaş ilerledikçe başkalarına saygıya ve hayranlığa dönmeye başladı. Başkalarına duyduğum hayranlığı hep kendi üzerimden kurarken artık kendimi daha tablonun dışına çıkarıp dünyayla ilişki kurmaya başladım. İşte o noktadan sonra edebiyatı ve yazarları daha farklı değerlendirmek gerekiyor, kendinizi biraz algınızın dışına çıkarttıktan sonra. Şimdi de edebiyat daha çok iş yani okumaya çok fazla zaman bulamıyorum, yine okuyorum ama bir profesyonel deformasyon oluyor okuduğunuz şeylerde mesela beğendiğim bir şey olduğunda “Bu kitabı keşke biz yayınlamış olsaydık, hay Allah bu yayınevine bu bırakılır mı!” diyorum hemen imrenirim beğendiğim bir kitabı başka yayınevinde görünce. “Ya bunu biz niye yayınlamadık” derim. Öyle bir profesyonel deformasyon daha baskın ama bugünlere gelince ifade özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü fikriyle daha çok özdeşleştiriyorum edebiyatı. Artık iş konusuna da alıştım yine imreniyorum, kıskanıyorum ama artık sanıyorum edebiyat dünyayla kurduğum ilişkinin merkezini tanımlıyor yani. 


Sizce edebiyat için eğitim gerekli mi yoksa her isteyen kendi kitabını çıkarabilmeli mi?
Çıkarabilmeli canım tabii çıkarabilmeli ama bu bizim okuyacağımız anlamına gelmiyor.
İsteyen çıkarabilir niye çıkaramasın? Okuduğum bir yazarı beğenmem için o yazarın daha önce ne okuduğunu ve ne yazdığını sormam gerekmiyor. Beğendiğim zaman beğeniyorum ama genellikle hiçbir şey okumamış, hiçbir şey yazmamış birinden ilginç bir metin çıkmıyor. Sonuçta bir zanaat metinle kurulan ilişki, o metnin bir edebi eser olması bundan çok ötesi olsa da o zanaata hakim olmadan nasıl o eseri meydana getireceksiniz? Türkçe bilmeyen insanlardan yazılar geliyor, metinler geliyor bize yani bol bol okumadan bol bol yazmadan iyi bir şey yazmak mucize olur.

Dizüstü edebiyat kitap yazmayı ne doğrultuda etkiledi sizce?
Sosyal medya yazarlığının, kitap yazarlığına doğrudan bir geçişi olduğu gözüktü ve bu sanıyorum bir çok sosyal medya kullanıcısını fikir olarak çok etkiledi. Yani “Ben sadece buradan yazarak kitap çıkarabilirim” fikri yayıldı. Biz de Lügat’ı yayınladık mesela o da sosyal medyada çıkan bir projeydi aslında.

Sizce iyi bir kitap kendini nasıl belli eder, iyi bir kitabın kriterleri nelerdir?
Hangi aşamada olduğuna göre değişir. Kitabı okumadan önce diyorsanız kapağından ve yazarından anlarım ben iyi olup olmadığını yazarı tanıyorsanız ya da kapağı bir fikir verir, arka kapak yazısı bir fikir verir ama 10 sayfa okuyunca anlarım ben kitabın iyi olup olmadığını. 10 sayfa okuduktan sonra kötü bir kitap olduğuna kanaat getirirsem fırlatıp atıyorum, iyi bir kitap olabilir gibi gözüküyorsa okumaya devam ediyorum. İyi bir kitap olduğunu anlamak için okuyup bitirmek dışında bir şey yok. Okurlara kitap bulmakla ilgili bir referans noktası olacak bir şey arıyorsak o zaman kitap zevkine güvendiğimiz insanların tavsiyesi bu gazete de olabilir, arkadaş da olabilir, yayınevinde çalışan biri de olabilir.
Sizi seçen yazarlar neden sizi seçiyor, Can Yayınları’na bu ilginin payı nedir?
Bilmiyorum yani bu kendine fal bakmak gibi oluyor, kendini yorumlamak çok sağlıklı değil bunu yanlış kişiye soruyorsunuz.
Genç yazarlar ya da ilk kitabını çıkarmak isteyenler size dosya gönderdiklerinde ne gibi aşamalardan geçiyor?
“Dosyanızı aldık” diye bir cevap alıyorlar o anki yoğunluğa göre belirli bir süre beklemeleri gerekiyor. Dosya okunduktan sonra bir cevap geliyor çok seyrek olumlu cevap alıyorlar “dosyayı yayınlamak istiyoruz” diye. Bir görüşme isteniyor dosya üzerinde çalışılması gerek, mesela iyi bir yazar ama yeterince yazmamış biraz daha yazsa üslubu oturacak, kalemi oturacak veya kitap biraz daha iyi olabilir diyoruz olumsuz cevap veriyoruz, dosyayı iade ediyoruz. Olumlu cevap verilmişse eğer hala yayınlamak istiyorsa sözleşme öneriyoruz, sözleşme şartlarına uyulursa yayın tarihi belirliyoruz. Kitap da yayın tarihine kadar bütün süreçlerden geçip çıkıyor.
Yayınlamaktan özellikle gurur duyduğunuz yazarlar hangileri?
Erdal Öz tabii ki…
Orhan Pamuk’u da çok yayınlamak istemiştiniz ama…
Felaket.
Neden istemedi acaba?
Yapı Kredi Yayınları daha iyi geldi, daha cazip geldi herhalde, Yapı Kredi’nin sunduğu, ona gösterdiği ilginin şekli. Bir de Orhan Ağabey’le bizim görüştüğümüz dönemde Can Yayınları, dünya edebiyatı konusunda çok güçlüydü, Türk edebiyatı konusunda nispeten zayıftı hani orada daha iyi yazarlar var demişti ama bu tam olarak doğru değildir. Orhan Ağabey’de nezaketen böyle demiştir “Onların gösterdiği ilgi daha iyiydi” demeyecek kadar naziktir bundan ibaret olduğunu düşünmüyorum onun bana kırmamak için verdiği bir cevaptır sadece. Yapı Kredi  çok iyi bir yayınevi hani “Niye Yapı Kredi?” değil, Yapı Kredi tercih edilir zaten ama Can Yayınları’nın üstüne tercih edilmemesi için elimden geleni yapacağım zaten. Orhan Ağabey’i de bir gün kapmak istiyorum kapacağım da bir gün. İyi çalışırdık da Orhan Ağabey’le ya onunla görüştüğüm dönemlerde acaba gelecek mi gelmeyecek mi diye haftalarca hiç uyuyamadım karım baya kıskandı biliyor musunuz? O kadar büyük bir aşkla o konunun derdini taşıyordum ki çünkü.
Cevap vermesi peki uzun sürdü mü?
Aslında çok uzun sürmedi biz görüştükten bir ay sonra cevap verdi ama o arada başka teklifler de geliyordu yani hepsini değerlendirip cevap verdi anladığım kadarıyla. Ben Orhan Ağabey’i aradığımda Yapı Kredi’yle prensip anlaşması yapmıştı çünkü iletişimli bir yazar olduğu için pat küt teklif yapmıyoruz. Yayınevi’yle bir sorunu varsa veya ayrılacağını biliyorsak görüşüyoruz yazarla. Bende o zaman bir haber okudum gazetede “Orhan Pamuk Yapı Kredi’yle görüşüyor” diye yayın yönetmeniyle yakalanmışlar yemek yerken fotoğrafları çıkmış. Öyle olunca ben Orhan Ağabey’i aradım. “Ağabey gidiyorsan benim teklifimi dinlemeden gitme.” Olur dedi, teklifimi dinledi ve gitti. Tam dediğimi yaptı yani. (Gülüyor)
Bildiğim kadarıyla 2016 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Svetlana Aleksiyeviç’in de kitaplarını yayınlayacaksınız.
Yok yayınlamayacağız çünkü yazarın opsiyonu bizdeydi çok beğenmiştik, yayınlamak istediğimizi beyan etmiştik. Nobel açıklanınca da biz bunu duyurduk ama ondan sonra işte böyle duyum yapmamak gerekiyormuş. Aslında opsiyon demek biz prensip olarak anlaştık ama sözleşme yok demek işte elimizden fırladı böyle.

Can çocuk yayınları için ne gibi kitapları düşünüp, nasıl planlayıp çıkarıyorsunuz? Sonuçta büyük bir görev çocuk kitabı çıkarmak.
Annem Can çocuk yayınlarının başında, çocukların okumak isteyeceği bütün kitapları yayınlıyor. Kitapları annem seçiyor “Ya ben bu kitabı çocuklarıma okuturdum” diyor. Çocukların okumasını isteyeceği veya okumasının zaman kaybı olacağı kitapları yayınlamıyor.  Davranış Bilimleri Enstütüsü’yle çalışıyoruz. Onlar kapağı, kapak arkasına yazılacak yazıları, yaş aralığını belirliyor.
                                                                                                                                                                    Can yayınlarındaki yeniliklere gelelim şimdi.
Mini kitap fikri çok beğenildi. Bu fikir nasıl ortaya çıktı anlatır mısınız?
Anlatayım. 2015 Ağustos’un ortasındaydık ben ekibi topladım. “Arkadaşlar ekonomi çok kötü gidecek biraz daha ucuz bir şey çıkaralım ama yani kendi çıkardığımız kitaplara bir alternatif edisyon çıkarmamız lazım biraz daha ucuz olmalı ki bazı kitapların fiyatı pahalı kaçıyor düşüremiyoruz da. Daha ucuz bir şey çıkarmalıyız ama bunu öyle bir şekilde çıkarmalıyız ki fiyat olarak daha ucuz olmasına rağmen nesnenin yarattığı heyecan, fiyatından daha pahalı olmalı.” Çok saçma bir beklenti bu yani. Kaliteli bir şey almak için belirli bir parayı gözden çıkarmanız gerekir daha tatmin edici bir şey bu. Ben bu projeyi 2012’de Frankfurt’ta görmüştüm gayet manasız ve salak gelmişti bana. (Gülüyor) Bizim pazarlama müdürü Ali’de görmüş ve almış bunları “bir dakika” dedi yukarı çıktı odasına gitti, geldi masaya attı bunları “Ya neden bunları yapmıyoruz ki” dedi. Ağustos’un 28’iydi yayınlamaya karar verdik, Hollanda’yla görüştük patent, telif için baya yoğun çalıştık ekim gibi yayınlamaya başladık. Çok iyi proje oldu bayılıyorum  mini kitaplara.

Peki şuan iyi gidiyor mu?
Çok. Şimdiye kadar mini kitap da aldığımız sipariş 4-5 ay oldu 235 bini geçti. 6 çeşitle başladık şuan 20 çeşit sene sonuna kadar bunu 50’ye çıkartmaya çalışacağız. Şuan mini kitabın patenti bizde ama diğer yayınevleriyle de anlaşıp onlarında bazı kitaplarını mini kitap olarak çıkartmak istiyorum. Sadece Can Yayınları olursa biraz zor olur ama çeşitleri artarsa, kitapçılarda mini kitap için ayrı bir raf görmeyi çok isterim.
Can Yayınları neden kendini yenileme ihtiyacı duydu? Sonuçta kapak ve logo çok beğeniliyordu, büyük bir risk almış oldunuz.
Doğru.
Bu durumdan memnun musunuz, gelen tepkilerden?
Ben bir ara kitap evlerini gezdim, kitap kapaklarıyla ilgili huzursuzluklarım zaten vardı, kitap kapakları beni tatmin etmiyordu yeni bir kitap geliyordu masaya ve bu beni heyecanlandırmıyordu. Başka bir yayın evinin çıkardığı kitaptaki heyecanı yaratmıyordu bende, tatmini yaratmıyordu yani. Sakin ve sükunet halinde bir huzur veriyordu ama tatmin yaratmıyordu. Raftan kitap alırken korkunç bir tatmin duygusuyla alıyorum kitapları ve çok etkiliyor beni. Sonuçta kendimden yola çıkmak zorundayım yani bir şekilde karar verirken. Bazı kitaplar görünür olmuyordu ve bunun beyaz kapaklardan dolayı olduğunu fark ettim. Eğer bu kapak yeniliğini yapmasaydık görünür olması gereken çoğu kitabın Türkiye’de adı bile olmayacaktı. Ve sonra şunu gördüm ben hep babamın yarattığı şartları korumaya çalışıyordum bu hem kendine güvensizlikten hem de saygıdan ama gördüm ki babam arkamda yok, her şey olabilir, yayın evi batabilir ve kimse sahip çıkmaz,  kimseden yardım isteyemem. Babamdan da yardım isteyemem, dedim ki “Kendi kendime yardım etmem lazım, bu yayın evinin büyümesi lazım.” Ve oldu. 2014 Ocak’ta kapaklar değişti yayınevi %47 büyüdü, 2015’de de buna yakın büyüdü ve 2016 içinde de bu kadar büyüyecek. Kapaklar sadece bu büyümenin, bu değişimin bir ayağıydı.
Kapaklar için Utku Lomlu ile çalışıyorsunuz bu yenileme fikri ortaya çıktığında aklınızdan Lomlu’dan başka bir isim var mıydı?
Aklımda kimse yoktu çünkü kapak değişimi benim tek şahsen yönetebileceğim bir iş değil editöryel bir sürecin parçası. Utku Lomlu ile çalışmak Sırma Köksal’ın kararı, tabii ben onaylıyorum bu kararı sonuçta bütün tasarım politikasını tanımlıyoruz. Sırma’ya kapaklardan beklentimi anlatınca çok tuttuğunu gördük. Utku’yla şimdi çok yakın çalışıyoruz müthiş bir tasarımcı.
Lomlu gelmese ne olacaktı?
Başka birini bulurduk elbette ama kapakların bu kadar iyi olacağını zannetmiyorum. Utku kadar iyisini görmüyorum ben şuan. Bazen 20 kapak istiyoruz ve 20 kapağın mükemmel olmasından bahsediyoruz. Utku çalışmaya başlayalı 2 yıl 7 ay oldu ve hala kapaklar çok iyi. Belki bir yıl sonra enerjiniz tükenir yeter dersiniz. Bazen böyle hastalıklı bir tarafınızın olması gerekiyor, bunu yapmayı gerçekten isteyecek bir tavır ve arzu gerekiyor. Utku da var o, daha iyisini görmüyorum ben.
Can Öz’ün bu yayın evi için en büyük hedefi nedir?
Bilmem ki sürekli güncelleniyor. 
Türkiye vahşi bir orman, kurumsal bir iş yapmak çok zor.  Kurumsallık entegrasyon gerektirir, kendi başınıza, kendi dairenizde izole olarak olamazsınız. Kurduğunuz ilişkiler de kurumsallığın bir parçası ama buna rağmen Türkiye’de ne olursa olsun güçlü olmak. Herhangi bir krizde, krize rağmen telifleri, maaşları zamanında ödemek, kitapları kaliteli çıkarmaya devam etmek, yazarlarla ilişkileri korumak birinci hedef.

2 yorum:

  1. En merak ettiğim kişilerden biri su gibi okudum. Mini kitaplar dahice Pazarlama müdürü Ali granit sanırım. Onunda babasının kitabını basmışlardı. bildiğim kadarıyla Mini kitap farklı düşürmeleride iyi olmuş ellerine sağlık çok güzel bir yazı olmuş dolu dolu ....

    YanıtlaSil

Ne düşünüyorsan..